2001 yılıydı.
Türkiye Kalite Derneği’nin (KALDER) İstanbul’da organize ettiği Ulusal Kalite Ödülleri Kongresi’ne katılmış, bu vesileyle ALARKO Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı İshak Alaton’u dinleme olanağı bulmuştum.
Alaton konuşmasında, şirketlerinde uyguladıkları kalite yönetiminden, stratejiye dair pek çok konuda bilgiler vermiş, özellikle işe yeni başlayan genç mühendislerin oryantasyon eğitimlerinde adabı muaşeret (medeni ve ahlaki davranışlar, görgü ve nezaket kuralları) derslerine çok önem verdiklerini dile getirmişti.
Nihayetinde sözü insana bağlamış, kaliteli insan kavramını anlaşılır bir ifadeyle şöyle tanımlamıştı:
“Bir toplulukta bir insandan bahsedildiğinde, bahse konu insan o an topluluk içerisinde olmasa yahut ölmüş dahi olsa, o insan için söylenenler eğer mecliste bulunanların yüzlerinde tatlı bir tebessüm oluşturuyor, ruhlarında ferahlık uyandırıyorsa o insan kaliteli insandır.”
***
Sanırım aynı dönemlerdi.
İlginç bir analizle karşılaşmıştım.
20. yüzyılın önemli düşünürlerinden OSHO’nun özellikle 1974 yılından 1981 yılına kadar gerçekleştirdiği söylevler, öğrencileri tarafından on günlük dönemler halinde tasnif edilerek kitap haline getirilmiş, neticesinde yedi yılda iki yüz kırktan fazla kitap yayımlanmıştı. Öğrenciler, bununla da yetinmeyerek binlerce saatlik konuşmaların içerisindeki kelimeleri tek tek ayrıştırmış, OSHO’nun en fazla kullandığı kelimeleri sırlayan bir analiz gerçekleştirmişlerdi.
Hatırladığım kadarıyla, sevgi, farkındalık, özgürlük, cesaret, huzur, neşe, merhamet, şefkat, bilgelik, aşk vbg. kavramlarla, bunların türevleri kelimeler en çok kullanılanlar arasındaydı. Konuşmalarında olumsuzluk ve karamsarlık içeren kelimeler yok denecek kadar azdı. Anlaşılan o ki düşündüklerini zihin ve gönül süzgecinden geçirip, söze dönüştürmüştü.
***
Söylevlerinin birinde, Dostoyevski’nin bir cümlesinden etkilen bir seyirci tarafından şu soru soruluyordu:
“Dostoyevski, "Acı çekmenin içinde mutluluğu arayın" diyor. O’nu çok seviyorum ve tüm yapıtları benim için çok değerli. Ama artık onun içinde onun önüne geçen çok derin bir üzüntü olduğunu ve bunun karşıtı olan şeyin eksikliğini görüyorum. Lütfen bu konuya biraz ışık tutabilir misin?”
Osho, bu soruya karşılık, Dostoyevski’nin çok özel bir vaka olduğunu ve onun bir dâhi olduğundan bahsediyor, dünyanın en iyi on romanını seçmek istesek bunlardan en azından üçü onun romanları olur diyordu. Ve Dostoyevski’ye dair ifadelerinde önemli tespitlerde bulunuyordu.
“Onun insanlığa ve onların sorunlarına bakışı, sözde psikanalistlerinden çok daha büyüktür. Hatta büyük mistiklerin yüksekliklerine eriştiği anlar vardır. Ama o hasta bir ruhtur; kendisi başlı başına bir psikolojik vakadır. Onun büyük bir merhamete ihtiyacı vardır çünkü çok büyük acılar çekmiştir. Bir anlık neşeyi bile tatmamıştır; o saf acı, saf öfkedir. Ama yine de belki de dünya edebiyat tarihinin en iyi romanlarını yazmıştır. Onunla ilgili tuhaf olan da budur: ruhu ele geçirilmişçesine yüce görüşler hakkında yazıyordu ama kendi hayatını cehennem gibi yaşıyordu.”
Osho, ünlü yazar hakkındaki düşüncelerini şu sözlerle tamamlıyordu.
“O, asla kimseyi sevmedi ve asla kimse tarafından sevilmedi. Kahkaha diye bir şeyin varlığından bihaberdi, hastalıklı derecede ciddiydi. İnsanlık tarihinde bu kadar hasta olup da bu kadar net bir bakışa sahip olan bir tek kişi daha yoktur. O bir tarzı olan deli bir adamdı.
Kişi acı çekmenin içinde mutluluğu aramamalı; acı çekmesinin nedenlerini aramalıdır. Çünkü acı çekmekten kurtulmanın tek yolu budur. Ona neyin neden olduğunu —kıskançlık mı, öfke mi, aşağılık kompleksi mi— Ve bundan kurtulduğunda mutluluk oradadır.
Ben de onu seviyorum ama onun için üzülüyor ve ona acıyorum da. O dans edebilecek, âşık olabilecek, müthiş bir bütünlük ve yoğunlukla yaşayabilecek bir adamdı. Ama o yaşamdansa ölüme hizmet etti. Onu oku, okunacak ondan daha iyi bir şey yoktur ama bir psikopatı, çok derinden hasta olan, tedavi edilemeyecek bir adamı okuduğunu sakın unutma!”
***
“Sakın unutma!” dedi Sakallı Mustafa ve devam etti.
“Rehber edindiğin kişi, seni mutsuzluğa, başka bir insana karşı nefrete sürüklüyorsa, o kişiden bir an önce uzaklaş. Onun zihni gündoğumunu bilmeyen, karanlık bir geceden ibarettir.”