Elazığ dışında yaşayan bir Elazığlı olarak tatilleri, düğünleri, sünnetleri, değişik etkinlikleri memleketime gitmek için bir fırsat kabul ederek bu şansı değerlendirmeye çalışırım. Hem de canlı canlı. Büyükleri ziyaret edebilmek, Harput’un hazzını ta içerilerde hissetmek, dünün gerçekleri ve hayatımızın bir parçasını teşkil eden Keban’ı bir türlü sesini duyuramayan Keban ve Elazığ’ın ortasında kalıp da her ikisinin de nimetlerinden uzak kalan adı gibi yalnız olan Üçağaç Köyü’ne adım atmamak, Hazar’ı ile Elazığ’a olan hasrete son vererek güzelliklerle mutlu olabilmek…
Hayatımda mutlu olduğum günler Elazığ’da geçirdiğim günler ile Elazığ’a geldiğim ilk birkaç gündür diyebilirim.
Yapılan bir araştırmaya göre bir kişi altı yıl kalmış olduğu yerin kimyası ile şekilleniyormuş. Yani bir noktada oralı oluyor, tutum ve davranışlar o yere göre şekil alıyormuş. Özellikle de bu şekillenmede çocukluk döneminin daha çok etkisi varmış. İşte buradan hareketle çocukluk dönemi diye tanımlanan 0-18 yaş arası Keban, Üçağaç ve Elazığ üçgeni Kalem’in hayatının bir noktada ilk dönemini oluşturan ilk safhalar…
Seyahat terennümünde gelelim Keban’a… Keban’a giden yol Kalem’i hangi dönemlere ve anılara götürmez ki? Tabela ile yol çok değişmiş değil; hep aynı sanki. Yine aşağı ve yukarı çarşı aralarına bir yenilik almamaya inat edercesine pek geçmişten farklı değil. Seftili, Nallı Ziyaretin muhteşemi yine kulaklara bir şeyler fısıldıyordu. Keban yine dört dağ arasına sıkışmış gibi. “Dersim dört dağ içinde” türküsü bana Keban’ı hatırlatıyor.
Oysa Keban’ın adı bir marka, bir simge. Dünya atlaslarına adını yazdırmış, nehirler ve barajlar arasında ismiyle anılmış hep Keban ve Fırat diye! Türküler bile yakılmış Fırat’a. Kebanlı ülkesi için yüz elli civarındaki köyünü toprak altında bırakarak başka illere bile göç etmek zorunda kalmış, fedakârlık yapmış Kebanlı.
Ama gelin görün ki bir marka olan Keban milli gelirdeki payın göreceli yüksekliğinden Batı ile yarışır halde olduğundan(!) yanı başında akan suyun nimetlerinden, yeraltındaki madenden, bir düğmeye basmak kadar ışığın nimetlerinden yeterince faydalanamamış Kebanlı. Dünü ile Keban güzel anılarla dolu tatlı bir geçmişin bir ifadesidir. Ya şimdi ne halde Keban?
Çırçır Şelale ve Fırat balık evleri çok güzel hizmetler veriyor. Her şeyden önemlisi bu gibi tesisler Keban’ın çehresini değiştiriyor. Misafirim olan bir ilçe kaymakamı dostumun bizleri götürdüğü görev yaptığı ilçedeki buna benzer bir şelaleden övgüyle bahsetmesini onaylayamayışımı şimdi daha iyi anlayarak Keban’ı da kendileri anlayarak şelale örneklerinde bu tesis dikkate alacaklarını söylemişti. Sadece Elazığlılar burayı tercih etmiyor çevre il ve ilçelerden de burayı ziyaret edenler var.
Karadenizlileri arattırmayacak bir şekilde değişik balık çeşitlerinin sizlere ikram edildiği bu mekân aynı zamanda kendi elektrik enerjisini de üretiyor. Yap-İşlet-Devret çerçevesinde yapımı devam eden ikinci baraj çevreye bir başka güzellik katacağa benziyor.
Fırat Köprüsünün ötesindeki balık evlerinin desteklenmesi ve tanıtımı halinde balıkçılık Keban’ın yeni gözdesi olabilecek gibi. Keban balıkçılık sektörü ile önce Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun, daha sonra da ülkemizin bir balık merkezi haline getirilebilir. Burada dikkat çeken bir önemli noktayı da unutmamak gerekir. Keban girişindeki bu cazibenin, canlılığın, kalabalığın Keban’a getirisi ne acaba?
Keban bu hareketlilikten gerçek anlamda istifade edebiliyor mu? Hani Keban’ın sudan, madenden, elektrikten istifade etmesi gibi.
Tereddüt etmeden bir-iki istisna dışında hayır. Birkaç metre ötede olan Keban ziyaretçilerini göremiyor, misafirlerine ilçede ev sahipliği yapamıyor. Ve konuklar Keban’a yabancı!
Bunu tespit etmek hiç de zor değil. Aracınızla bir Keban turu yaptığınızda Keban’ın benim yaşadığım o çocukluk dönemlerinden çok da farklı olmadığı görülecek. Bir kere Çırçır’daki ve Fırat’taki o canlılık Keban’da yok. Karşı diye hitap edilen DSİ ve TEK eskisi kadar olmasa da kapıları ziyarete sonuna kadar açık değil. Belki Kebanlı da bu tesislerden habersiz.
Çırçır’a ve Fırat’a balık yemeye gelen karnını ve gözünü doyurduktan sonra Keban’a girmeden hemen oracıktan ayrılıyor. Konuklar ne Keban’ı görülebiliyor ne de başka bir Kebanlı bu ziyaretten bir şeyler kazanıyor? Yani Keban’a bir gidenden ekonomik, kültürel girdisi olmuyor.
Değişik proje ve desteklerle misafirleri bir adım öteye götürebilmek mi? Mesela Belediye ücretsiz bir hizmet ile bu kişilere küçük bir araçla Keban’ın tarihi yerleri gezdirilerek baraj ziyaret edilerek broşür ve ikramlarla misafirler memnun edilemez mi?
Kaymakamlık değişik etkinlik ve hizmet türleri ile Keban tanıtılamaz mı? Veya en basit bir hizmet ile tesis girişine Keban hakkında bilgilerle konukların zihni en azından meşgul edilebilir, Keban dünden bugüne pekâlâ iyi bir şekilde sergilenerek tanıtımı yapılabilir. Tesislerin içerisinde Keban’ı da anlatan broşürler takdim edilebilir.
Öyle tabelada olduğu gibi Kebanlı sadece beş –altı bin kişiden ibaret değil. Keban; Elazığ başta olmak üzere, Malatya ve İstanbul’a ciddi anlamda göç veriyor. Yurt dışında, mesela Avusturya’da, Almanya’da Kebanlı var. Yani Keban’a sınır çizilmemeli.
Keban insanın içini ısıtan bir ifade.
Keban tarihin bir numunesi.
Keban bir simge ve marka.
Keban değerleri ile zenginlik fakiri.
Bu bir kader olmasa gerek.
Geniş potansiyele sahip Keban ile daha iyi günlere…