Dünyanın hala yaşanılan en eski kenti Şam’dır. Ülkemizde ise binlerce yıllık geçmişleriyle Mardin, Nusaybin, Van yaşanılan en eski kentler statüsündedir.
Antik kent Harput da tarihi kentler arasında yer alırken, 1800’lü yılların ortalarında jeopolitik konumu nedeniyle sorgulanmaya başlıyor, bu sorgulanma neticesinde Agavat Mezrası denilen yerde yeni bir yerleşim yeri kuruluyor. Önce kamu binaları, arkasından halk Harput’u terk ediyor. Ovada kurulan yeni şehre Ma’muretül- Aziz ismi veriliyor. İsmin telaffuzu zor geldiğinden halk tarafından Elaziz olarak dillendiriliyor. Harput ise, özünden yoksun halde Elaziz’e bağlı bir mahalle konumuna düşüyor.
Cumhuriyet Dönemi’nin ilk yıllarında Elaziz’de hızlı bir imarlaşma yaşanıyor. Dönemin idarecileri tarafından cetvelle çizilmişçesine düzgün cadde ve sokaklara kesme taş parkeler döşeniyor, Yeşil Dere’nin bağlantı kollarına köprüler kuruluyor, sokak başları çeşmelerle süsleniyor, meydanlar yapılıyor, meydanların çevresi birbirleriyle uyumlu yapılarla donatılıyor. Kapalı Çarşılar, hanlar, hamamlar, halkevleri, tiyatro ve sinema salonları, stadyum ve benzeri sosyal yaşam merkezleriyle şehir modern bir görünüm kazanıyor.
Kuruluşundan bugüne, geçen 150 yıllık süre içerisinde, şehirdeki 100 yaşına ulaşmış ya da ulaşmakta olan yapıtların korunarak tarihi eser statüsüne kavuşturulması gerekirken, şehri yönetenlerin kültürel mirastan yoksun vahşi genleri yeniden devreye giriyor. Tıpkı yüzyıllar öncesi II. Beyazıt’ın kendi adına yaptıracağı hamam için, Büyük Theodosius’un sütununu yıktırıp, taşlarını hamam inşaatında kullandırdığı gibi Harput’taki tarihi mezar taşları sökülüp yapıların inşaatında kullanılıyor.
Ya da Adnan Menderes hükümeti tarafından, alt yapı uygulamaları ve yol inşası gibi çalışmalar sebep göstererek, özellikle tarihi yarımada diye tabir edilen eski İstanbul’da hem kültürel varlıklar, hem de arkeolojik mirasların adeta yok edilmesi misali, Elaziz’deki kültürel varlıklar da bir bir yok ediliyor. Artık eskidi, deyip yıkılıyor yerine yenileri yapılıyor. Yeni şehirde geçmişe dair hiçbir iz bırakılmıyor…
Manevi hatırası kartpostallarda kalan mimari açıdan hayranlık uyandıran tarihi Belediye Binası yerle yeksan ediliyor, tarihi Beş Kardeşler Konutları’nın yerinde yeller esiyor, şehrin göbeğindeki Ermeni Protestan Kilisesi un fabrikasına evriliyor, Mapushane Cami ve Hamamı, belediye çarşısına çevriliyor, İstasyon Caddesi’ndeki Tiyatro binası oto parka, Tarihi Beyaz Çeşme ise taksi durağına dönüşüyor.
Hükümet Konağı ile Halkevi (öğretmen evi) ise yarım yamalak halleriyle ve kaygıyla başlarına gelecekleri bekliyor…
Bunlar da yetmiyor, mahallelerin, sokakların, okulların adları değiştiriliyor, adeta şehrin kültürel hafızası siliniyor. Oysaki insan denen varlık memleketini, mahallesini, sokağını, okulunu o mekânlarda yaşadıklarıyla, yaşanmışlıkların geride bıraktığı hatıralarıyla seviyor. Yıkılıp yeniler yapılınca, sokakların, okulların adları değişince ne yaşanmışlık kalıyor ne de hatırası kalıyor…
Elaziz’de değişim ve gelişim adına yıkımlar devam ederken, aynı zihniyet antik kent Harput’u da ihmal etmiyor. Geçmişten intikam alırcasına Şehroz Mahallesi’ndeki Amerikalılara ait Fırat Koleji’nin yerine “Kuyumcular Sitesi” yapıyor, Kayabaşı Evleri’nin yerine “Cam Seyir Terası” kuruyor, Keşoğlu Meydanı’na “Diyanet Külliyesi” oturtuluyor… Tarihi dokuyla uyumsuz sonradan yapılmış bu yapılara benzer, ancak bazı duyarlı yöneticiler tarafından yıkım kararı alınmış bir bina inadına yıkılmıyor; (sanki şehrin müziği yok olmuş gitmiş, mazide kalmış da onu hatırlatma adına) o binada “Harput Musiki Müzesi” açılıyor…
Hülasa, bir taraftan modernleşme adına üç şeritli yollar yapılıyor, havalimanı yapılıyor, şehir hastanesi yapılıyor, o yapılıyor, şu yapılıyor, bu yapılıyor… Yetmiyor, deprem bahanesiyle Sovyet Komünizm dönemini andıran tek tip, tek renk, 25 bin TOKİ konutu yapılıyor… Ama diğer taraftan şehirdeki tarihi yapılar yitip giderken Elaziz de tarihi kent olma fırsatını yitirip kimliksiz, sıradan bir şehir görünümü alıyor…
Tabi insan düşünmeden edemiyor…
Yol yapıldı, havalimanı yapıldı, hastane yapıldı, o yapıldı, bu yapıldı, şu yapıldı...
Tamam, hoş da…
Ya yıktıklarınız?