Şairim,

Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası,

Ayak seslerinden tanırım.

Ne zaman bir köy türküsü duysam,

Şairliğimden utanırım.

                                                             “Bedri Rahmi EYÜBOĞLU”

“Gız Fatooo, Fatoo gıız…”

“Ne var Besse, ne bağırisin sanki gafasına daş düşmüş gapı iti gibi…”

“O oğlana söle türkü sölemesin”

“Gız anam niye, sahan ne zararı var?”

“Kör olasın ayağım oyuna gidi…”

“Sus anam sus, gosgoca garının densüzlüğüne bağ…”

Besse Nine’nin ayağını oyuna götüren türkü; “Türk’e Arapça nispet”e (i) eki getirilerek “Türklere özgü” anlamında “Türki”den yani türkü sözcüğü Türk adının sonuna bir ilge eki olan “i” ekinin ilavesiyle ortaya çıkmıştır. “Türki”, Türk ile ilgili ve Türk’e özgü, Türk’e ait olan, onların icat ettiği bir nağme, bir ezgi, bir müzik türü olduğu anlaşılmaktadır.

Türkü, Türkiye’nin sözlü geleneğinde, bir ezgiyle söylenen halk şiirlerinin her çeşidine verilen addır.

11. yy.’ın ünlü eseri Divan-ı Lügat’it Türk’te türkü karşılığı olarak “Ir”, “Yır” terimlerinin kullanıldığı belirtilmektedir (Bknz. Ali YAKICI)

Türkü teriminden söz eden ve bugün için bilinen ilk yazılı metin 15. yy.’ın ünlü dil ve edebiyatçısı Ali Şir Nevâi’ye aittir. Mîzânü’l-Evzân (Vezinlerin Terazisi) adlı eserinde Türki terimine yer vermektedir.

Hece vezniyle söylenmiş türkülerin Anadolu’daki ilk örneğini 16. yy.’da buluruz.

Türkü şekline uygun ve türkü adını taşıyan ilk örnek 16. yy. halk şairlerinden Öksüz Dede’ye aittir.

“Sabahtan uğradım ben bir güzele,

Gördüm güzelliğin bildirip gider.

Yine kul oldum da durdum selama,

Kendin engelinden sakınıp gider.

Gözümde ışıldar sevdanın nuru,

Aslı melek nesli, kendisi huri.

Öksüz derdmendim gelmedi deyu,

Dönmüş ensesini takınıp gider.

Öksüz Dede’nin 3. Murat zamanında yapılan 1577 – 1590 yılları arasındaki İran seferlerine değinmesinden, Erhad Paşa’nın İran şehzadesi Haydar Mirza’yı rehin olarak İstanbul’a getirmesini anlatmasından 16. yy.’ın ikinci yarısında yaşadığı sonucuna varılabilir.   

Misal’i cennettir evvel baharı,

Açılır kırmızı gülü Tuna’nın.

Öter bülbülleri leyl ü nehârı,

Eser bad’ı sabâ yeli Tuna’nın.

Önemli eserlerindendir. Türkü sözü, muhtelif Türk Boyları’nda farklı kelimelerle adlandırılmıştır. Türküye Azeri Türkleri “Mahnı”, Başkurtlar “Halkyırı”, Kazaklar “Türki, Türik, Halikânı”, Kırgızlar “Eldik ır, Türkü”, Özbekler “Türki, Halk koşigi”, Tatarlar “Halık Cırı”, Tükmenler “Halk aydını”, Uygur Türkleri de “Nahşa, Koça nahşısı” demektedir (Bknz. Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü 1991 s.908 – 909)

Türküler; sözleri genellikle halk şiiri biçiminde olan başlangıçta söyleyeni belli ürünlerdir. Ancak zamanla farklı yörelere yayıldığı için söyleyeni unutulur. Bu nedenle yazanı ve besteleyeni bilinmeyen anonim bir nitelik kazanır. Türkülerin anonimleşmesinde; göçler, kervanlar, askeri sevkler, gurbete giden kişiler, gezgin halk şairleri gibi faktörler etkili olmuştur.

Türkülerin halk şiirinde hece ölçüsüyle yazılan, genellikle kavuştaklı, bireyin ya da toplumun acılarını, sevinçlerini vb dile getiren kendine özgü bir ezgiyle söylenen bir koşuk biçimi, türü.

Halk şiirlerinden farklı yanı sosyal olayların daha kuvvetli bir şekilde işlenmiş olmasıdır. Türkülerin halk hikâyelerindeki manzum bölümlerden ve saz şairlerinin şiirlerinden oluşturulmuş türleri de vardır.

Şiirlere çeşitli nakaratlar eklenerek, şiirler birer türküye dönüştürülmüştür.

Türkülerde konu sınırlaması yoktur. Aşk, ayrılık, ölüm gibi konularda yazılabilir.

Türküler ezgilerine, konularına ve yapılarına göre üç bölümde sınıflandırılırlar.

Ezgilerine göre türküler; uzun havalar, kırık havalar (2/4 ritm – hareketli ve canlı örn. Zeybek ve Horon)

Konularına göre türküler; çocuk türküleri, ninniler, doğa türküleri, kahramanlık ve askerlik türküleri, aşk türküleri, tören türküleri, ölüm türküleri – ağıt, karşılıklı türküler, iş türküleri, oyun türküleri.

Yapılarına göre türküler; bentlerin ve kavuştakların gruplanışı ve kafiye düzenine göre,

Bentlerin mâni dörtlükleriyle kurulan türküler,

Bentleri dörtlüklerle kurulan türküler,

Bentleri üçlüklerle kurulan türküler.

Bentleri beyitlerle kurulan türküler.

(Detaylı bilgi için bknz. Ali YAKICI – Türkünün Tarihçesi, Tanımı, Türk Dünyası’ndaki Yeri konulu eseri)

Bir icracının güzel sesinden dinlediğimiz türküler onunla özdeşleşir ve kulağımız o sesi arar türküde…

Türküler eleştirilmek istendiğinde farklı anlamlandırılan türküler vardır. Böyle sözler mi olur?  Dediğimiz…

Onlardan bir tanesini Zehra BİLİR’in o güzel sesinden dinlediğimiz Kastamonu yöresine ait ve bir marka olmuş “Manda Yuva Yapmış Söğüt Dalına” adlı türküyü İTÜ’lü akademisyen İrfan KURT ve Semiha SANDIKÇI hanımefendinin araştırmasından alıntılayarak aktarmak istiyorum; Çeltik tarlalarının sürülmesinde etkili manda, yaz sıcağında serinlemek için az kıllı olan derisini çamura bular. Bunun için de göletlerin kenarlarında bulunan ve dalları suyun içine kadar uzanan salkım söğütlerin gölgesine yatar. İşte mandanın söğüt dalına yuva yapması budur. Yavrusunu sineklerin kapmasıysa yöresel dilde kapma (ısırma) anlamındadır. Yani manda yavrusunun alıp götürülmesi değil, sinek tarafından ısırılmasıdır.

-Öküzüm torbadan düştü gördün mü, amanin yandım. Yörede öküzler bir yerden diğer yere götürülürken hayvan ekinlere zarar vermesin diye boynuna yem torbası takılır. Böylece hayvan yolda yemlenirken zamandan da tasarruf edilmiş olur. Öküzüm torbadan düştü, yem torbasının boynundan çıkması, yani hayvanın yemeden kesilmesi anlamına geliyor.”

-Müezzin minareden uçtu gördün mü, amanin yandım. Bu deyiş halk kültürüyle ilgilenenlerin kolay tahmin edebileceği bir şey. Müezzinin ezan okurken minareden uçması Hezarfen Çelebi gibi gökte süzülmesi değil; erenlere karışması, ermesi anlamına geliyor.” (Hürriyet’ten Savaş ÖZBEY’in röportajı)

Semiha SANDIKÇI hanımefendiye göre ise “Bu zulmü yapanlara söz söylediğimiz için, imamlar da onlara uydu, onları da kaybettik, onlar da uçtu gördün mü diyor”.

Ozanlar zeki insanlar her söz, her ortamda söylenmiyor. İşte bu türkü ile hicvedilen dönemin zalim Bey’inin Kastamonu’da türlü bahaneler ile halktan vergi toplaması kendisini eleştiren ozanlara cami imamlarını da talimatlandırarak kızgınlığının halka ve ozanlara aktarılması ve Bey eğlencelerinde kendisini eleştirenlere “sadece et suyu ve ekmek verilsin” talimatı üzerine kendilerine yapılan haksızlığı Bey ile dalga geçerek dile getirirler. Etin suyuna ekmeği doğrayıp yedikten sonra ozan kendisini köylünün dostu ve gücü olarak görür, yemeğinin kesildiğini “Öküzün torbadan düştüğünü” söyler ve köylüye “Bu haksız olayı gördün mü?” diye sorar.

“Tiridine, tiridine bandım, bedava mı sandın, para vitip aldım” yani tirit etsizdi ekmeği suya bandım yedim, yemeğim kesildi, yandım ama bedavaya, durup dururken değil, ben bunu bir bedel karşılığında aldım. Bey’i eleştirdim, bedelini ödedim.

Ahmet Hamdi TANPINAR “Türküler hayatın sürekliliği içinde bir yığın değişmeye rağmen daimi kalan asli yanımızı ifade eder” derken sanki “BİZİM ROMANLARIMIZ TÜRKÜLERİMİZDİR” diyen Yahya Kemal BEYATLI’ya vurgu yapmaktadır.

GÜNÜMÜZ VERGİLENDİRME SİSTEMİNDE DUYGULARIMIZI DİLE GETİRECEK BİR OZAN VAR MIDIR?