“Ateşten gömlek taşıyanlar sıcağın ısıttığı kadar yaktığını da bilirler.”
Halide Edib Adıvar
Bir yazar düşünün ki zamanının çok ötesinde yaşamış bugün dahi eserlerini okumak, onlardan faydalanmak ve dersler çıkarmak pek ehemmiyetli olsun. Kendisinin de bir kitabında dile getirdiği gibi “Anladık ki insan sürülebilir, hatta imha edilebilir, fakat fikir öyle değil. Fikir kafadan kafaya, devirden devire atlar geçer ve kendini gösterir.”
Döneminin zorluklarını ve savaş yıllarını düşününce önemli bir biyografi çiziyor Halide Edib. O dönemde yaşamış bir kadın olarak kısacık hayatına neleri sığdırmamış ki…
Hangi Halide’yi anlatmalı nereden başlamalı bilemiyorum. Osmanlı son döneminde yetişmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna şahit olmuş bir Osmanlı kadını, miting alanlarında öncü bir siyasetçi, cephede koşuşturan bir nefer, Balkan Harbi’nin gönüllü hasta bakıcısı, ilk kadın köşe yazarı, çevirmen ve roman yazarı, akademisyen, anne, eş ve sürgünde vatan özlemiyle geçmiş bir hayatın baş kahramanı.
O halde en başa gitmeli küçük Halide’yi tanımalı. Beşiktaş’ta Yıldız Sarayı’na yakın Mor salkımlı bir konakta açar gözlerini yazar. Bu ev, her gece, bu küçük kızın rüyalarına girer. Bahçeye nazır, çifte merdivenlerin birleşiminde ki ince uzun pencereler ve onları kaplayan baştan başa mor salkımlar…
Babası Mehmet Edib Bey; II. Abdülhamit devrinde Padişah Hazinesi katipliği görevlerinde bulunan sarayda önemli görevler alan bir kişi. Halide Edib annesini ise çok küçük yaşlarında verem nedeniyle kaybeder.
Yedi yaşlarında iken ısrarlarına kayıtsız kalamayan babası tarafından on bir yaşında gösterilerek Üsküdar Amerikan Kız Koleji’ne gönderilir. Fakat II. Abdülhamit’in o dönemde etrafta çok yaygın olan hafiyelerinin jurnalleri(karalama yazısı) üzerine okuldan uzaklaştırılınca eğitimine evde devam etmek zorunda kalır.
Halide Edib, Mevlevi kültürü ile büyümüş, Arapça bilen Kuran okuyan, dini konulara hâkim ama aynı zamanda piyano çalabilen, sıkıldığı günlerde Carmen(Fransız besteci Georges Bizet'nin 4 perdelik opera eseri.) dinleyen ve yabancı dillere de oldukça hâkim bir kadın.
İlklerin kadını Halide Edib, ileri seviye İngilizcesi ile ilk çevirisini yapar ve aynı Abdülhamit tarafından bu defa Şefkat Nişanı ile ödüllendirilir. Daha sonra koleje geri dönerek İngilizce ve Fransızca öğrenmeye başlar ve Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’nden lisans derecesi alan ilk Müslüman kadın olmayı başarır.
Kolejin son yılında matematik öğretmeni Salih Zeki Bey ile evlenir. Bu evlilikten 2 çocuğu olur. Evliliği döneminde Sherlock Holmes’u tercüme eder ve Fransız Edebiyatına da ayrı bir ilgi duyar. Emile Zola’nın edebi fikirlerinden oldukça etkilenir. Yine bu dönemde Tevfik Fikret’in teşvikiyle Tanin gazetesinde köşe yazarlığına başlar. Tabi o dönem Türkiye’si için bir kadının bu kadar öne çıkması bazı çevreleri rahatsız eder. Halide Edib de ölüm tehditi içeren mektuplar almaya başlar. Tüm bunlar genç Halide’yi yıldırmaz. Hatta o, kadının toplumdaki yerinin sağlamlaşması için üzerine büyük bir sorumluluk düştüğünü fark eder.
Ve derken 31 Mart ayaklanması ile ismi idam ettirilecekler listesinde yer alır. Şimdi hangi Halide’ye yanmalı; kendi vatanında Batılı yaftası yiyen Halide’ye mi gurbette sürgün günlerinde yapayalnız kimsesiz kalan Halide’ye mi?
Miting alanlarında işgalcilere karşı isyan bayrağını çekip savaş meydanlarında ateşten bir gömlek olan bir Halide’de var. Fakat ilerleyen günlerde bazı durumlar Halide Edib için hiç iyiye gitmez. Vatanından uzakta geçecek sürgün hayatı başlar. Önce Mısır ardından İngiltere…
Halide Edib benim için mücadelenin adı, arayışın, hiç vazgeçmemenin ve umudun…
Türk’ün Ateşle İmtihan’ında da söylediği gibi;
"Gece en karanlık ve ebedi göründüğü zaman gün ışığı en yakındır."