“Okuyup da ne olacaksın”, “Okudun da ne oldu”, “Ben okumadım bak senden çok para kazanıyorum” gibi söylemleri çevremizde çokça duyuyoruz. Kadim kültürümüz ve medeniyetimiz okumaya önem veriyor olsa da okumaya ve okula karşı bu olumsuz bakış açısının toplumumuzda yer edindiğini görmek maalesef biz eğitimcileri üzüyor.

Rahmetli babamın ağzından en çok duyduğum “oku oğlum, oku” kelimeleriydi. Kendisi eline ne geçerse okurdu. Bulduğu bir dergi, gazete, kitap vs. ne olursa olsun onu merakla, bitirinceye kadar okurdu. Bize de kendisindeki okuma sevgisini aşılamaya çalışırdı. Ben de küçüklüğümde köy şartlarında bir gazete parçası dahi bulsam merakla kelime kelime her satırını okurdum.

Dinimizin de ilk emri “Oku” değil midir?

Okumaya bu kadar önemin verildiği bir inanç ve kültür coğrafyası içerisinde zaman zaman okulu ve okumayı küçümseyen, önemsizleştiren anlayışlarla karşılaşmak, hele hele bunu toplumun bazı “okumuş”, “aydın” kesimlerinden duymak insanı şaşırtabiliyor.  

“Okumadan kısa yoldan para kazanma”, “köşeyi dönme” mantığının özellikle gençlerimizde yer edindiğini görebiliyoruz.  

Eğitim-öğretim yılının başlamasına sayılı günlerin kaldığı bu süreçte anne ve babalar çocuklarında okumaya yönelik isteksizlik gördüklerinde, motivasyonlarının düşük olduğunu farkettiklerinde bunu bir şekilde gidermeleri, onları okula ve okumaya motive etmeleri gerekiyor. Onları okuldan ve eğitim sisteminden uzaklaşacak, okumayı önemsizleştirecek hiçbir tutuma müsamaha göstermemeleri gerekiyor.

Öğretmenlerimizin de çocuklarımızda ve gençlerimizde gördükleri bu olumsuz yaklaşımları okulun ve okumanın farklı yönlerden insanı nasıl geliştirdiğini anlatarak, fark ettirerek yok etmeleri gerekiyor. Gençleri yönlendirmek, doğruyu aktarmak bizim görevimiz.

Zaman zaman görevli olduğumuz açık öğretim sınavlarında ileri yaşlardaki birçok insanla karşılaşabiliyoruz. Aslında onlar da geçmişte bir şekilde okuldan uzaklaşmış ve ilerleyen zamanda okumanın önemini anlayıp tekrar okuma derdine düşmüş kişiler.

Birde son yıllarda özellikle lise çağındaki çocuklarımızda örgün eğitime devam etmeden açık liseye yönelme eğiliminde artış olduğunu gözlemliyoruz. Hiçbir gerekçe olmadan tamamen okuldan uzaklaşmaya yönelik istekliliğin arttığını gözlemliyoruz. Unutmayalım ki henüz ergenlik çağındaki gençlerimizin okul sistemi dışına çıkması birçok riski de beraberinde getirmektedir. Başarı okul dışında değil, okula düzenli devam edilerek elde edilmektedir. Üniversite sınavlarında başarılı olan gençlerin yaşam hikâyelerine baktığınızda bunu görebilirsiniz.

Okul, eğitim ve okumak insanlarda bu dünyada kendi misyonlarının ne olduğunu, yaşam amaçlarını ve potansiyellerini fark etmelerine, bunu geliştirmelerine yardımcı olur. Kendini tanımanın ve gerçekleştirmenin en temel yolu okuldan ve eğitimden geçer. 

Ayrıca eğitim ve okul bireylerin tercihlerine bırakılamayacak kadar önemli bir konudur. Dünyadaki ve ülkemizdeki zorunlu eğitim uygulamalarının mantığı ve amacı da budur zaten. Dünyadaki 197 ülkenin yüzde 95’lik bir kısmında zorunlu eğitim uygulanmaktadır. Ve bu ülkelerin 130’unda zorunlu eğitim 8 yılın üzerindedir. Özellikle gelişmiş ülkelerde (Amerika, Almanya, İsviçre gibi) zorunlu eğitim 10-13 yıl arasında değişmektedir. Ülkemizde de zorunlu eğitim 12 yıl olarak uygulanmaktadır.

Zaman zaman zorunlu eğitime karşı olan anlayışları da görüyoruz. “12 yıllık zorunlu eğitim kaldırılsın” gibi söylemleri duyuyoruz. Eğitim kişilerin özgürlüklerine bırakılacak kadar önemsiz ve göz ardı edilebilecek bir konu değildir. Çünkü eğitim bireyi, bireylerde toplumu şekillendirmektedir. Eğitimsizlik toplumların en büyük tehdididir. Bu nedenle hemen hemen bütün ülkelerinde zorunlu eğitim vardır.

Özetle okulu ve okumayı her zaman el üstünde tutmak toplumun her ferdinin görevidir. Bunu önemsizleştirmeye çalışan her anlayışa karşı çıkmak da bizim boynumuzun borcudur.