Bazı yalanlar güzel

Bazı gerçekler acıymış

Bazı ölümler uzun

Bütün hayatlar kısaymış

                                           TEOMAN

6 Şubat sabahı Kahramanmaraş merkezli meydana gelen deprem sonucu Adıyaman’da enkaz altında kalan ve 6 gün sonra Zonguldaklı madenciler tarafından kurtarılan, 23 Nisan İlkokulu Müdürü Sadık Tunç ile yapılan röportajı izliyorum. Eşiyle birlikte kaldığı enkaz altındaki altı günlük ölüm-yaşam döngüsünü yer yer susarak, dokunaklı bir şekilde anlatmaya çalışıyor. Sarsıcı konuşmasına şöyle devam ediyor;

“Enkazdan çıktıktan sonra kedilerimi merak etmiştim. Okulda görevli hademeyi aradım. Okul nasıl dedim. Okul sağlam dedi. Çok sevinmiştim. Hiç olmazsa okul sağlamdı. Sonra Sarı kızı sordum. Çok merak ediyordum. 8 yıldır yanımdaydı… Sürekli odamdaydı, sürekli koltuğumda uyuyordu, masamda uyuyordu. Hademe dedi ki müdürüm Sarı Kız kayıp. O, beni derinden üzmüştü.  Tedavim bittikten sonra enkaza uğradım. Enkazdan sonra okula uğradım. Kedileri kontrol ettim. Bir baktım camdan Sarı Kız içeri girdi. Onu görünce zaten bütün dertlerimi unuttum. Bir sarıldım kediye… Sarı kıza… Sanki gözünden yaş geliyor gibiydi Sarı kızın… Üç, dört gündür her gün uğruyorum okula. Kedilerin bakımını yapıyorum, onların ihtiyaçlarını gideriyorum…

Enkazdayken hep diyordum ki ben acaba bir gün gökyüzünü görebilir miyim? Ayağımı bile uzatamıyordum. Acaba bir gün tam olarak uzatabilir miyim? Yürüyebilir miyim? Bunları hep merak ediyordum. Enkazdan çıkar çıkmaz önce bir gökyüzüne baktım. Ne kadar güzelmiş gökyüzü! Ne kadar güzelmiş! Biz hiçbir güzelliğin farkında değilmişiz. Yürümenin, koşmanın, hava almanın… Gökyüzüne bakmanın… İnsanları görmenin… Biz hiçbir şeyin kıymetini bilmiyormuşuz meğerse…

***

Gökyüzünü kara bulutlar kaplıyor, görmüyor musun?

Irmağın karşı kıyısından turnalar havalanıyor

Ve anında, rüzgâr gibi, arka arkaya

Geniş fundalıklar üzerinden geçip gidiyorlar

Ürkmüş koyun sürüleri ağıllarına koşuyor

Gökyüzünü kara bulutlar kaplıyor, görmüyor musun?

                                                                                               TAGORE

Hintli şair Tagore, “Güzellik nedir?” sorusuna oldukça kafa yoruyor… Kitaplara ve eski yazıtlara gömülüyor, okuduğu her kitap güzellik hakkında farklı bir öykü anlatıyor… Tagore’ın okudukça aklı daha karışıyor…

Bir dolunay gecesi, nehir kıyısındaki teknesinde güzelliğe dair eski bir kitabeyi pür dikkat incelemeye koyuluyor…  Gökte dolunay… Nehrin sessizliği ve orman… Arada bir kuş ötüyor…

Tagore, güzellik hakkında gerçek bir şey bulamamanın hayal kırıklığıyla elindeki kitabı kapatıyor ve masanın üzerindeki mumu üflüyor... Püff…

Mum sönünce ansızın pencereden ve kapıdan ay ışığı giriveriyor… O an, küçük sarı mum ışığının gecenin tüm ihtişamını nasıl engellediğinin farkına varıyor… Güverteye çıkıp gecenin sessizliğinde aya bakıyor… Nehirdeki yansımasına… Ormanın derinlerindeki kuş yeniden ötüyor…

“İşte güzellik!” diyor ve elindeki kitabı nehire fırlatıyor...

Bu, onun güzellik hakkında düşündüğü son gün oluyor…

Cevabı bulmak için felaketler gerekmiyor, mumu üflemek yetiyor… Hepsi bu.