Mona Rosa’m
Yolda yürürken yanımdasın ama bilmezsin bunu. Bankta otururken, kafede… Bir şarkı söylersin bazen ben de sana eşlik ederim. Bir gülüş saçarsın ben de o gülüşün peşinden dağ taş koşarım toplamak için. Bilmezsin ama senin gülüşlerinden çiçek bahçesi yapacağım. Amma da abartın dediğini duyar gibiyim. Sen bir gül bana bak ben nasıl da gül bahçesi vadedeceğim sana akıllım!
Bir defasında hiç unutmam sohbet ediyorduk seninle, gelen geçen acayip acayip bakıyordu bize. Bana deli diyorlardı eminim, oysa seninle konuştuğumu görmüyorlardı. Bir de elini tutmuşum sımsıkı, öyle bir iştiha ile anlatıyorum ki sanki ağzımda saçıla saçıla sen dökülüyorsun gül yaprağına. Çiy damlam, anlamıyorlar.
Kime ne anlatayım şimdi? Neyi ispatlayayım? Herkesin yalan ve yapma çiçeklerle teselli olduğu bir dünyada ben kalp saksımda seni büyütüyorum gözden ırak. Herkesin suni çiçeklerine karşı benim de doğal sen çiçeğim var. Hani öyle bir açıyorsun ki kokunu duyan bahar gelmiş diye kalkıp bayram ediyor adına da nevruz diyor. Çok gülüyorum onların bu haline, inan. Sen bile inanmıyorsun bana. Mesela geçen gün üç top külahlı bir dondurma aldık. Elazığ vişnesinden, meşhurdur. Birlikte yedik o dondurmayı. Aynı yerden ısırdık. Dudağımızın kenarı vişneçürüğü oldu. Üstümüze başımıza bulaştırdık. Hiç de dert etmedim. Mendilimle sildim dudağının kenarını, yıkamadım daha o mendili. Sol yanıma sakladım ve her gece onu kokladım, huzurla uyudum.
Film izlerken yanımda bitiveriyorsun bazen. Kanal değiştirme üzerine kavga ediyoruz seninle. Haberin yok tüm bunlardan biliyorum öyle garip garip bakma yazdıklarıma. Sen bir aşk filmi izlemek istiyorsun ben de o aşk filmini gözlerinde izlemek istiyorum. Ben televizyonu kapamayacağım sen de gözlerini kapamayacaksın.
Gecenin bir yarısında uyanıyorum ve dudaklarım susuzluktan kupkuru. Ayağa kalkmama gerek kalmadan elinde buz gibi bir tas suyla geliyorsun ve o bir tas suyu içiriyorsun bana. Görsen nasıl içiyorum güzelliğini bir tas. Üstüme döküle döküle içiyorum, doya doya, ıslana ıslana ve kana kana… Şifa olsun diyorsun yarım bir ağızla. Ağrılarım geçiyor anında, kalp sızılarım.
Beyaz masamda kitapların, kalemlerin ve boş kâğıtların arasında kaybolmuşken birden aklıma doğuyorsun. Gecenin karanlığına isyan bayrağı açan ve karanlığın saltanatını yerle bir eden güneş gibisin bana ve ilk satırını seninle yazıyoruz hikâyelerimin. Elimde kalemim, elinde elim… Şimdi anlıyorum ne elim bir şeydir senden uzakta olmak…Ve seni seviyorum, duyduğuna inanmıyorsun.
Bir ses duymayayım hemen sesine eviriyorum o sesi. Şimdi duyduğum bütün sesler senin sesindir bana. Kulağım ne de bahtiyardır sesinle şimdi. Gönül sarayımın “sultan”ının sesi ne de “bahtiyar” edermiş beni, yeni fark ediyorum.
Muhalif ne varsa sana teşbih ediyorum kendimde. Ak dediğime kara diyorsun hemen. Yapma böyle kadın, diyorum yapmaya devam ediyorsun. Etme canına yandığım, diyorum ediyorsun. Şimdi kavgada ediyoruz seninle. Saçın dağınıksa bil ki ben çekmişimdir. Gözünde göz izi varsa bil ki ben bakmışımdır. Teninde gül dövmesi varsa bil ki ben işlemişimdir. Aklına sığmadığımdan olsa gerek bazen beni anlamıyorsun.
Sen her şeyden habersiz yaşa öyle uzaklarda. Ben her şeyden haberdar bir şekilde seninle yaşıyorum hakkıyla. Mesele 3, 30, 300 ya da 3000 kilometre de değildir. Asıl mevzu kalpte, gözde ve akıldadır. Yani sevdiğin körse başkasına onun gözünün nurusundur. Seviyorsa seni, sen o kalbin ömür boyu sürurusun. Ve onun aklındaysan 24 saat sen o aklın medarıiftiharısın. Yerini bil ve ona göre hareket et kadın.
Gölgemsin. Yaz günü serinliğinde nefes alıyorum. Dinleniyorum boylu boyunca. Oysa sen bunların hiçbirini bilmiyorsun. Senden habersiz seni yaşıyorum. Varsa bir bedeli öğrenmek istiyorum. Sen oradasın ama gölgen üzerimde… Bazen tutup öpüyorum avuçlarından mahcubiyetinden olsa gerek hemen kayboluyor gölgen.
Bazen masmavi göğümdeki bembeyaz bir bulut oluyorsun ve bana göz kırpıyorsun. Sen olduğunu bal gibi de biliyorum.
Bazen bir ağacın yaprağı oluyor ve düşüyorsun ayağımın önüne. Sapsarı altın liralara benziyorsun.
Bazen de bir dilim ekmek oluyorsun yerde. Eğilip alıyorum seni üç kere öpüp alnıma götürüyorum. Kutsal bir mana yüklüyor ve helal bir şekilde seviyorum seni. İşine gelmediği şeylere haram diyenler gibi değil, Allah adıyla helali bilenler gibi seviyorum seni.
Demin omzum ağrıyordu ve bir el masaj yapıyordu. Senin elindi o. Mesafeleri önüme koyup da ağlama bana. Sen aklımdasın. Yoksa niye bu kadar düşüneyim ki seni? Kalbimdesin ve sakın kalbimi suçlayacak bir şekilde de konuşma. Süveydada gizli olduğunu sana hatırlatmama gerek yok sanırım.
Birazdan seni alıp kırlara çıkacağım. Öyle inanmaz inanmaz bakma bana. Saçına üstat Sezai Karakoç şiirinden ak ve karagüller takacağım Mona Rosa’m. İnanmazsan bir kez daha bana, lütfen tek isteğimdir senden, aynaya bir hoşça bak!
KAPTAN