“Aşk nedir bilmiyorsan gecelere sor, şu sapsarı yüzlere, şu kupkuru dudaklara sor. “                                                                                                                                                         Hz. Mevlâna.

Mihr-ü Mah, Farsça’da "Güneş ve Ay" anlamına gelir. 

İstanbul da bu isimle anılan iki güzel cami vardır. Bunlardan biri Üsküdar’da diğeri ise Edirnekapı’dadır.

Mimar Sinan eserlerindeki mimari dehasını bu iki camiye de yansıtmıştır. Fakat anlatılan hikâyeye göre onları diğerlerinden ayıran önemli bir farklılık bulunmaktadır. 

Susan taşın konuşan hacimlerin şairi Koca Sinan aşkını eserine öyle güzel bir incelikle yansıtmış ki kendisi için ne söylesek az kalır. 

 İşte o dilden dile dolaşıp anlatıla gelen hikaye; 

Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan on yedisine basmıştır. İki kişi onunla evlenmek istiyordur. 

Mihrimah Sultan’la evlenmek isteyenlerin biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa diğeri ise Mimar Sinan'dır. 

Sultan Süleyman kızını, Rüstem Paşa'ya verir.

Koca Sinan Mihrimah Sultan'a âşıktır. Fakat bu derin ve sarsılmaz aşkına rağmen sevdiğine kavuşamaz. Kavuşamamıştır fakat aşkını olanca ve eşsiz güzelliği ile sanatına yansıtmak istemiştir.

Zaten hep öyle değil midir? İnsanın yaşadığı aşk ne denli büyükse onu içinde taşıyamayacak hale gelir. İnsanoğlu bu noktada bir çıkış yolu arar ve kendini ifade etme yollarını seçer. 

Bir mimar eserine, şair şiirine, bir usta elindeki sanatına, ressam resmine, müzisyen bestesine ve bir yazar ise belki hikâyesine… 

Hikâyeye tekrar dönecek olursam;

Mimar Sinan Üsküdar'a, 1540 yılında Mihrimah Sultan Camii'nin temelini atar ve 1548'de bitirir. Camiyi yaparken, eserine sanki "etekleri yerleri süpüren bir kadının" dış çizgilerini verir.

Derken, ilk kez padişah fermanı olmaksızın Edirnekapı'da pek kimselerin uğramadığı ıssız ama İstanbul'un en yüksek tepelerinden birine, ikinci bir eser yapmaya koyulur yine Mihrimah Sultan için. 

Caminin içerisindeki sarkıtlar ve minare kenarlarındaki işlemeler “Mihrimah Sultan'ın topuklarını döven saçlarını” hatırlatır insana. 

İşte, aşka adanmış iki eser.

Ve eserindeki aşkın tecelliyât-ı bunlarla da bitmez. 

21 Mart tarihinde yani Mihrimah Sultan’ın doğum gününde Edirnekapı ve Üsküdar'daki camileri aynı anda görebileceğiniz bir yer seçerseniz şunu görürsünüz.

Edirnekapı camiinin tek minaresi ardından güneş batarken, Üsküdar'daki camiinin ardından ay doğar!

Ve Mihr-ü Mah (Güneş ve Ay )  iki eserde böylece dile gelmiş olur. Eserinde ki bu inceliği görebilmek belki herkese nasip olmamıştır. Aşkın büyüleyici gücüne inananlar için hele de bu aşk imkansız ise bu hikayeye inanmamak, ona kör kalmak zor olsa gerek. Zaten hikâyesi olan her şey çok güzel değil midir? 

İşte aşk böyle derin anlamı olan hem yakan hem de yakarken insana çılgınca şeyler yaptırabilen bir şeydir. Ne onunla olabilirsin ne de onsuz kalabilirsin.

Fuzuli’nin bir beyitinde dile getirdiği gibi;

‘Derdime vâkıf değil canan beni handân bilir.

Hakkı vardır şâd olanlar herkesi şadân bilir.

Söylesem tesîri yok, sussam gönül râzı değil.

Çektiğim alâmı bir ben bir de Allah’ım bilir.’