İnsanlık tarihinde insan denen varlığın kendi fıtratından bu kadar uzaklaştığı bir çağ yaşandı mı, köklerinden uzakta göklere yükselme sevdası tüm benlikleri bu kadar hoyratça sardı mı bilmiyorum ama resmi verilere göre günlük yaklaşık 170 kitabın basılıp raflara girdiği bir toplumda bu kitapların okunup okunmadığından emin değilim.

Zira bilgi benim acizane fikrimce amaç değil araçtır. İnsan bu araçla önce kendisi olma yolunda yorulur, sonra da tıpkı bir mum gibi tükene tükene çağın zifiri karanlığına ışık saçar.

Üzülerek söylemeliyim ki; arzunun, haz ve hızzın, ayartıcı tüm güçlerin “krallık tahtında” oturan medya, bizi ikna etme konusundaki maharetini sergiledikçe; sorumluluklarımızın ihmali sahipliklerimizin, derin benlik kuyularında “bizi biz yapan” kırıntılar da kaybolacak; okuma yazmayı sökmüşlerimizin kendi egolarını yücelttikleri narsist öyküleri okumaya devam edecek ve bu dünyaya kendi hikayemizle bir değer kat(a)madan ötelere göçeceğiz.

Zira görmek istemesek de bugün gözümüzün ta içine “rol model” olarak sokulan besleme kişilikler; iyiliği besleyen, hakkın gücüne inanan, yaşatmanın asıl imtihan olduğunu kavrayan ve bunu için gözünü kırpmadan kendini feda edebilen kahramanlar değil; yazık ki sadece kendileri için yaşayan, gücün hakkına iman eden, dünyayla ilgili sahici dertleri olmayan gel geç şöhretler ve bunların ne kendilerine, ne bize ne de topluma bir şey katamayacakları gün gibi ortada.

Bundan değil midir ki hayâl dünyaları video oyunlarıyla, televizyon ekranlarından üzerlerine boca edilen şiddetle ve bu şiddetin ortaya çıkardığı “Kurtlar Vadisi” nesliyle, gücünü tüketimden alan ve bu yüzden “kutsallık” gömleği giydirilen her şeyi söküp atan kapitalizmin hayasız saldırılarıyla tarumar olan çocuklarımızla geleceğe umutla bakamaz olduk!

Bundan değil midir ki artık hemen hiçbirimiz bir imdat anımızda, ruhumuzu mengene gibi sıkan bir musibetimizde, bir kalp daralmamızda, akıttığımız gözyaşlarının sıcaklığında “Hızır’ı” görmez olduk.

Bundan değil midir ki, bir ısırık elma için yedi yıl kölelik yapan içimizdeki Musa(as)’yı benlik çukurlarımızda kaybettik ve çağımızın insaf bilmez, sözün namusundan bihaber, yeminin erdeminden beri, vefadan yetim hal bilmezlerinin arasında “asasız” kaldık.

Bundan değil midir ki; günü birlik ilişkiler, bilmem kaçıncı el yürekler ve bedenler, sevginin almak değil hiçbir şey kalmayana kadar vermek olduğunu idrak edemeyen zihinler, gündüzün ortasında üşüyen ruhlarımızla “sevgisiz” kaldık.

Bundan değil midir ki; çarmıha gerdiğimiz manevi dinamiklerimiz, “oku” emrine rağmen cehaletin dibine vuran idraksizliğimiz, “paylaş” emrine rağmen banka sıralarına kölelik yapan yetimliğimizle “İsa(as)’sız” kaldık!

Bundan değil midir ki; koşulsuz sevgi, katıksız merhamet, amasız adaletin inşa ettiği medeniyete sırtımızı dönerek; ruhumuzun kıyılarını döven zemheri yalnızlığımızla “Muhammed Mustafa(sav)’sız” kaldık.