Fikir Günlüğü
Meşhur bir devlet adamımız bir tarihte “roman mı arıyorsunuz? Öyleyse tarih okuyunuz” demiş. Bu sözün en geçerli olduğu tarihlerden biri Osmanlı tarihi ise diğeri Cumhuriyetimiz kuruluş tarihidir. Roman gibi heyecanlı, sürükleyici ve renklidir. Ama bir o kadar da öğretici.
Gündemimiz ulu orta beyanat veren cahillerle dolu, yandaş medyada teksesli koro halinde. Uydurma yarışına girmişler.
Hayatı boyunca demokrasiyi gerçekleştirmek, milli iradeyi hâkim kılmak için savaş veren; milli meclisimizi açarak cumhuriyeti ilan eden büyük devlet adamlarımızı bile “diktatör” sıfatıyla niteleyebiliyorlar.
Sanki Cumhuriyetimizin kuruluşundan önce çağdaş bir demokrasi varmış da, Cumhuriyetimizin kurucuları demokrasiyi tart etmiş gibi!
“Her şeyi tartışalım” şablonuyla, tarihi gerçekleri tersine çevirip zihinleri bulandırıyor, fikir ve düşünce özgürlüğünü, ifade serbestisini suiistimal ediyorlar.
Bizim tarihimiz elbette ki şanlı zaferlerle, büyük devletlere yakışan diplomasi başarılarıyla; zeki, çalışkan ve cesur komutanlar ve padişahlarla doludur. Eğer öyle olmasaydı, Osmanlı İmparatorluğu diye bir İmparatorluktan, üç kıtada egemenlik sağlamış ve kalıcı izler bırakmış büyük ve şanlı bir devletten bahsedemezdik. Balkanlardan Orta Doğu’ya kadar Osmanlı medeniyetine ait eserler hala ayaktadır. Ancak, bu her şeyin mükemmel olduğu, hiçbir yanlışın olmadığı anlamına gelmez. -Osmanlı Devlet düzeninin Cumhuriyetimizden daha iyi olduğu anlamına hiç gelmez.. Diplomalı ve diplomasız cahiller Türkiye Cumhuriyeti’nin, bir önceki devletimiz olan Osmanlı İmparatorluğunun devamı olduğunu idrakten yoksundur. Padişahlık özlemi, Mehdi beklentisi ve Halifelik özentisi içindedirler. Osmanlı İmparatorluğu özellikle büyüme ve yükselme döneminde, Avrupalılarca sanki yeni bir Roma İmparatorluğu olacakmış gibi algılandı. Bu algıda korku ağırlıklıydı.
Asyalı bir ırk sayılan Türklerin Avrupa içlerine ve Asya’nın derinliklerine tıpkı Roma İmparatorluğu gibi yayılarak, Türk geleneklerini yerleştirmesinden korkuluyordu. Fatih Sultan Mehmet’in kuvvetleri bir ara İtalya’nın Otranto şehrini işgal etmişlerdi. Yavuz Selim, padişahlığı döneminde çoğunlukla Doğuya sefer yapmış, Mısır’a kadar ilerlemiş ve kutsal emanetleri alarak Halifeliği elde etmişti. Böylece İslam Birliği’ni elde etme yolunda ilerlemiş ve devletin gücünü çok artırmıştı. Kanuni Sultan Süleyman devrinde Avrupa içlerine bir kez daha başarılı akınlar yapılmış, Viyana kuşatma altına alınmış, Fatih döneminde alınamayan Rodos ve Belgrat alınmıştı. Türklerin Doğu’da ve Batı’da bu denli derinlere ilerleyişi karşısında Avrupa Hristiyanlığı korktu. Roma İmparatorluğu’na benzeyen yeni ve büyük bir Dünya İmparatorluğu’nu Müslüman Türklerin inşa edeceğinden korkmaları kadar doğal ne olabilir?
Avrupa’nın telaş ve endişesi, hasım gördükleri Osmanlı’ya karşı ortak bir cephede birleşmelerine yol açmıştır. Fakat İmparatorluklar doğarlar, büyürler ve yıkılırlar. Almanya’nın büyük bir Dünya İmparatorluğu kurma macerası yüzünden bütün dünyayı sürüklediği genel savaşın acı hatırası unutulmamıştır. Üzerinde güneş batmayan İmparatorluk denen Büyük Britanya İmparatorluğu dağılarak bugün küçük bir ada devletidir. Dünyanın ikinci büyük gücü olan Sovyetler Birliği aynı kaderi paylaşmıştır. Ukrayna Savaşı dağılışın sancılarından yalnızca birisi.
Osmanlı Devleti de tıpkı canlı bir varlık gibi küçük bir beylikten doğar, büyük çabalarla ve zaman içinde gelişir, dev bir İmparatorluk haline gelmiş, sonra da sendeleyerek dağılır.
Artık yoktur, tarihe mal olmuştur.
Osmanlı’nın yıkıntıları arasından taze, modern yeni devletimiz doğdu.
Dünyanın genel dinamikleri ve kendi iç şartları içerisinde yaşamını sürdürecektir.
Osmanlı’dan ders almak, Osmanlı’yı yeniden canlandırmaya çalışmaktan farklıdır.
En olaylı coğrafya Osmanlı Devleti’nin 620 yıllık hakimiyetinde kalmış yerlerdir: Balkanlar, Orta Avrupa, Ukrayna-Gürcistan-Azerbaycan; Kafkaslar ile Mezopotamya, Arabistan yarımadası, Filistin, Akdeniz’in doğu sahilleri, Mısır, Kızıldeniz, Kuzey Afrika.
Buralar sonra da tüzen tutmadı. Etnik çatışmalar, savaşlar ve rejim değişiklikleri devam ediyor.
Bölge halklarının Osmanlı’yı istemediği unutulmamalıdır.
Türkiye’nin buralara ilgisinin olmaması düşünülemez. Çoğuyla yakın veya sınır komşuluğumuz, akrabalığımız var. Suriye’deki iç savaş milyonlarca mültecinin ülkemize gelmesine neden oldu. Balkan Türklerinin dramı devam ediyor.
İstemeseniz de tarih ve sosyoloji sizi buluyor.
Milli şuurla hareket edemedik, uluslararası emperyalizmin emellerine bilerek veya bilmeyerek alet olduk.
Milliyetçilik ayaklar altına alındı.
Süperiorite olmak bir yana Orta Doğu'nun yoz kültürü bizi yönetti.
Balkanlardan Orta Doğu’ya ve Kafkaslara kadar uzanan bu coğrafyayı irdelemek için Osmanlı nokta-i nazarı yetmiyor. Yoz Ortadoğu bakış açısı hiç yetmez.
Daha muasır, daha geniş perspektifle analiz şarttır.
Yani iktidarın yapamadığını yapabilmek.
Eğer Osmanlı tarzı bakış açısı yetseydi, Osmanlı’yı “Osmanlılık” ortak paydası altında bir arada tutmak için var güçleriyle çalışan ve savaşanlar başarılı olurdu. Hepsi, dağılmak üzere olan İmparatorluğu bir arada tutmak ve çöküşü engellemek isteyen asker, aydın ve devlet adamı olan Osmanlıcılar, bu nokta-i nazarda zaten sıkıca birleşmişlerdi.
Orta Doğululuk yetseydi, AFAD depremde bu kadar yetersiz kalmaz, Zekât Müdüründen Kızılay (Hilal-i Ahmer)'a yönetici olmaz, Kızılay çadır satmazdı.
Cumhuriyeti kuranlar Osmanlıyı bir arada tutma çabasındaydılar ve süreci doğrudan yaşadılar.
Atatürk de bunların arasındaydı.
Yüzbinlerce şehit vererek, milyonlarca Osmanlı Altını harcayarak başaramadıklarını, ceylan derisi koltuklarınızda, ahkam keserek mi başaracaksınız?
Ülkemizi çağdaş medeniyetin de üzerine çıkarmak, milli şuura sahip herkesin vazifesi olmalıdır.
Yola devam etmeliyiz, Türkiye Cumhuriyeti’yle, laiklik ve demokrasiyle...
Milli Cumhuriyetimizle, şanlı bayrağımızın gölgesinde...
Türk Bayrağıyla sorunu olanlar, Türk kadınına saygı göstermeyenler, terörden kopamayanlar kökü dışarıda ajanlardır. Türkiye çakallara yem olmayacaktır. Çağdaş uygarlık azmini yok edemeyecekler. Türkün bayrağı, Atatürk ve Cumhuriyet önlerinde engeldir. Zihniyetler, Osmanlı devrinin çok çok gerisinde; Mağara Devrinden kalmadır.
Asıl dış güçler içimizde bulunuyor.