Parita gemisi İzmir açıklarındayken Yahudilerle üç gün boyunca birbirine şişe göndermek suretiyle söyleşi yapan, dönemin gazetelerinden Tan’da yazan Naci Abdullah, Parita gemisinden atılan bira şişesi içerisindeki bir mektubu yayınladı. Nazilerden kaçan Yahudilerin çektiği acıları anlatmaya yetecek bir mektuptu ve İzmir’de ikamet eden Yahudi bir doktorun çevirisiyle yazılı basında ses buldu. Ve müsaadenizle o mektubun hiç değilse bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum.

"Cevabımızın elinize geçip geçmeyeceğini bilmiyoruz. Hakkımızda yazacaklarınızın bize faydalı olup olmayacağını bilmiyoruz. Bizim hakkımızda ne gibi hislerle mütehassis bulunduğunuzu bilmiyoruz. Yarın ne yapacağımızı, öbür gün nerede bulunacağımızı ve daha bugün ne olacağımızı bilmiyoruz. Hülâsa yarına, istikbale dair hiçbir şey bilmiyoruz. Fakat siz bize hissi ihtiyaçlarımızı soran ilk insansınız. Size cevap vermeyi bir vazife biliyoruz. Uğradığımız bazı yerlerde bize aç köpeklere kemik atar gibi ekmek fırlattılar. Bazı yerlerde ise su bile vermediler.

Sahipsiz birer hayvan mı sayılıyoruz nedir? En şefkatli olanlar bile bizim sade midelerimizin ihtiyaçlarını sordular. Ve şimdiye kadar hiç kimse çıkıp da:* - Siz ne düşünüyorsunuz? Ne hissediyorsunuz?' demedi.

Size uzun yazmak isterdik. Zira her birimizin kafasında ayrı birer roman var. Fakat ne yapalım ki, onları yazmaya ne bizim vaktimiz ne sizin sabrınız müsait. Bizim vapurda, ekmek buhranı, tütün buhranı, su buhranı gibi bir de kâğıt buhranı var. Bu defteri buluncaya kadar, bu köhne vapurda, bir hafriyat yapmadığımız kaldı. Bunun için mektubumuzun kısalığının, kağıtlarımızın kötülüğünün kusuruna bakmayın.

Vapurda tam 721 kişiyiz. En mebzul [bol] gıdamız hava, en fakir gıdamız da ümit! Bir buçuk aydır denizdeyiz. Ve biz, Filistin'in öz sahipleri, Medine'nin meşhur dilencilerine döndük. Halbuki, biz Gestapo'nun şerrinden kurtulmak için evlerimizi, barklarımızı yok pahasına satıp yola çıktığımız zaman, dünyanın elimize sarılacak merhametli insanlarla dolu olduğunu sanıyorduk. Fakat, eğer böyle sanmasaydık da, yine kaçmak mecburiyetindeydik. Zira Almanlardan gördüğümüz en hafif zulüm sokak köpekleriyle bir tutulmaktı. Hatta hürriyetimiz sokak köpeklerinden daha azdı. Zira biz sokak köpeklerinin bile kabul olundukları bazı yerlere giremiyorduk.

Bu altımızda gördüğünüz vapur, 5000 İngiliz lirasına (otuz bin Türk lirası) kiralandı. Bu para, vapur sahiplerine bin kişilik kafilemizin Filistin'e indirilmesi şartıyla ödenmişti. Bugün, içimizde yüzme bilen kalmadı gibi bir şey. Zira onlardan bir kısmı Filistin'de, bir kısmı Rodos'ta karaya çıktılar. On iki adalardan bazılarına gitmek üzere suya atlayanlar da oldu. Onlar bir daha dönmediler. Ne olduklarını bittabi bilmiyoruz. Öldülerse, öldürüldülerse ne olacak? Yahudi bu; hesabi sorulacak değil ya! Bazıları On iki adalardan sizin topraklarınıza kaçmak niyetinde idiler. Temenni ederiz ki, bu niyetlerini tahakkuk ettirebilmiş olsunlar. Filistin'den yani kendi topraklarımızdan da aldığımız vaade rağmen kovulunca, Rodos'a döndük. Orada bize, toprak değil, içecek su bile vermediler. Son ümidimiz Türk milletinin ezeli ve büyük şefkatine merhametine sığınmaktı. Bugün bu ümitten de mahrum kalmış bulunuyoruz. Midelerimiz yarı tok ve maneviyatımız tamamen ölü olarak buradan ayrılacağız. Galiba nereye gideceğimizi de sormuştunuz. Tekrar Filistin'e dönmek kararındayız. Gideceğiz ve zorla gemiyi karaya oturtacağız. Bizi ya alırlar ya da öldürürler. Zira yapılabilecek hiç bir teşebbüsümüz yok.”