Pandemi süreci başlamadan evvel Rahip Bruson krizi esnasında yaşamış olduğumuz ekonomik dar boğaz, pandemi sürecinin başlamasıyla birlikte büyük bir krize doğru evirilmiştir. Kapatılan ticarethaneler kredi ödeme zorluğu çekmiş, küçük esnafın kepenkleri kapatılmış, sağlık sistemi çökme noktasına kadar gelmiş ve nihayet küçük bazı toparlamalar ve düzenlemeler yapmak gerekmiştir.
Özellikle esnafı koruma amaçlı yapılan yardımlar maalesef ki büyük bir bütçe açığına sebebiyet vererek ülkemizi çıkmaz yollara sokmuştur. Devamında yaşanan Elazığ ve İzmir depremleri de büyük kayıplara sebebiyet vermiştir.
Rusya’nın Ukrayna’ya girmesi, Arap Baharının hâlâ bir şekilde devam etmesi, Yemen’de yaşanan savaş ve en büyük sorunlarımızdan biri olan mülteci akını mevzuları da ülkemizi hem politik hem ekonomik hem de sosyolojik olarak bir cendere içerisine atmıştır.
Son olarak yaşanan Maraş depremi 11 ilde büyük yıkımlara sebebiyet vermiştir. Hatta Cumhurbaşkanlığı tarafından açıklanan resmi maliyet 104 milyar dolar dolaylarındadır.
Bu gibi durumların içerisinden çıkabilmek çok büyük bir psikoloji gerektirmektedir. Hatta sadece psikolojiyle çözülebilecek gibi değil, aynı zamanda sağlam bir ekonomi temeli gerektirmektedir. Birkaç yazıdır bahsetmeye çalıştığım şeyin bu olduğunu iyi kavramak gerekiyor. Güçlü bir ekonomi asgari bir yaşam seviyesinden ziyade zengin bir halkı ve onu zenginleştirecek olan devleti ifade etmektedir. Nitekim devletler halklarının zenginliğiyle güçlenerek rakiplerini alt etme konusunda başarıya ulaşabilirler.
Devletlerin enflasyonla mücadele serüvenini iyi takip etmek gerekir. Enflasyonu düşürme durumu ilk olarak kamu harcamalarında gidilecek kemer sıkma politikasıyla başlamaktadır. Fakat biz enflasyon ile mücadelemizde henüz doğru dürüst bir kemer sıkma politikasıyla karşı karşıya kalmadığımız gibi, memur zamları, erken emeklilik gibi sorunlarla baş etmeye çalışıyoruz. Haybeye… Sürekli para dağıtılarak hazineyi geliştirebilmek ancak bir hayal olabilir. Bu arttırma halka zulüm olarak da tecelli etmemelidir.
Ülkeler muhakkak tarım, hayvancılık gibi üretim şekilleriyle güçlerini toplayabilirler. Ülkemizdeki benzin, mazot, gübre, yem fiyatlarıyla, çiftçilik ve hayvancılık sektörleri çok zor günler geçirmektedir. Ürettiklerinden kazanamayan bu sektörler artık yavaş yavaş işlemeyi ve yetiştirmeyi bırakarak sorunu daha çok derinleştirmektedirler. Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün ‘’Köylü milletin efendisidir.’’ derken göstermiş olduğu feraseti bugün hükümet ve köylü göstermek zorundadır. Aksi halde hepimizin masa başında oturmaya kalkıştığı, ki tam olarak durum budur, vergilere dahi zam gelen bir ülke olmanın sıkıntılarıyla boğuşmaya mahkum kalacağız.
Genç neslin yönlendirilebilmesi için özellikle eğitim sistemimize dikkat etmeli, sistemin getirilerini çocuklar üzerinde deney yoluyla değil de tarihimizdeki gibi kesin tavırlarla çizebilmeliyiz. Meslek gruplarının ölmeye başladığı çağımızın kurtuluşu ancak böyle bir nesil yetiştirilerek sağlanabilecektir.