Peki bu müthiş manevi zenginliğe rağmen neden?

Bence bilgiye ulaşmanın yolları arttıkça hayati meselelerin aslî noktalarına ayrılan zaman da ilgi de ters orantılı azalıyor. Bu durumun meydana getirdiği şuur kaybı arttıkça da adım adım samimiyetle inandığımız değerlere uygun bir hayata, o derinlikte bir idrake, o dirayette bir şuura, o durulukta bir ahlâka, o berraklıkta bir hakkaniyete, o güzellikte bir insanlığa olan mesafemiz de beraberinde artıyor.

Oysa ki artık vakit kaybetmeden melankolik bir tembellik ile tüketen yoğunluğun arasındaki dengeye uzanmak zorundayız ve bu da hayatın ve kâinatın ritmine uymakla mümkün. Bu ritmi bulmak için ise içimize dönmeye, sessizliğe, hırs ve arzularımıza sınır çizmeye ve yaşam enerjimizi doğru yerlere yönlendirmeye ihtiyacımız var.

Çözüm nedir peki?

Asıl sıkıntımızın “sevgisizlik” olduğunu fark etmek ve sevgiyi katıksız bir şekilde yaşadığımız çağın göğsüne ekmek zorundayız.

Modern dünyanın paslı iklimi ile ilgili sayfalar hatta kitaplar dolusu “dikenli cümle” kurabilir; insan ruhunu neye çevirdiğiyle ilgili birçok tespitte bulunabilirim ama bence en can yakıcı olanı modern dünyanın, insanın içini boşalttığı, insanı içsiz bıraktığı, onu boş bir kabuk haline getirdiği ve “katıksız sevgiyi unutturduğu” gerçeği olur ve bu konuda söylenebilecek hiçbir akademik tekerleme beni bu fikrimden döndüremez.

Zira nefsi artık tıka basa dolu ama ruhu aç dolaşan çağımız insanı sanıyor ki, bir şeyleri kendinde topladığında ortaya çıkan şeyin adı sevgi olacak ve herkes tarafından ‘sevilir’ hale gelecek. Ama bu tür bir toplayıcılık, bencilce bir sahip olma, en çoğunu kendinde biriktirme ihtirasından başka bir şey değil bence.

Manevi mirasımızın bize fısıldadığı sevgi; kendinde hiç kalmadan kendini sevdiğine katabilmek, hiç yabancılık hissetmeden, her türlü tedbiri terk ederek orada kaybolabilmek demek.

Bu konuda kim ne derse desin geride kalan, toplanıp sevgilinin varlığına taşınmaktan imtina eden her bir parça, her bir varlık kırıntısı, yani sevmenin önüne çıkan her bir benlik vehmi sevgiyi kendi miktarınca eksik bırakır.

Evet günlük koşturmacamız içinde fark edemiyoruz belki ama öfkeyle yaşamak, her güne nefretle uyanmak, içinde durmadan kötülük biriktirmek, kendini bir kez olsun hakkaniyet kantarına çıkarmamak, doğruyu kendi tekeline alıp kendisi gibi düşünmeyen herkesi batıl yolcusu ilan etmek herkesten önce kişinin kendi insanlığını çürütüyor ve yaşamı kendisi için günden güne ağırlaşan bir yüke dönüştürüyor.