Nereden takıldıysa dilime… Sözlerini de tam olarak bilmiyorum, mırıldanıp duruyorum…

Bütün sokaklarını süsledin bu şehrin

Bütün duvarlara adın yazıldı

Gelişin suskun olmuştu ama
Gidişin akıllara kazıldı…

Yok, yok sanırım öyle değildi “Dönüşü muhteşem olacak” gibi bir şeydi. Ya da her şeydi veyahut hiçbir şey…
Elazığ İl Müftüsü’nün gelişi suskun olmuştu. Ancak incikçi boncukçu demeden tüm açılışlarda kurdele kesmeyi kendine görev addetmiş, düğün, dernekte aşr-ı şerif okumayı vazgeçilmez kılmıştı…

Gezmedik, görmedik yer bırakmamış…

Bütün sokaklarını süslemişti bu şehrin, bütün duvarlara adını yazdırmıştı…

Gelişi suskun olmuştu.

Dönüşü muhteşem Süleyman…

***

Saint-Simon, Fransız devrimini yaşamış 19. yüzyıl başlarının en özgün düşünürlerindendi.

Fransız Devrimi’nde taraftı… Ancak bu devrimin topluma mutluluk getirmediğini, evrensel insan haklarının ilanının, aşağı sınıfların cehaletini ve yoksulluğunu ortadan kaldırmadığını söylüyordu… Toplumdaki tüm insanların mutluluğunun yeni bir toplumsal düzenleme, bir sosyal reformla sağlanabileceğine inanıyor, toplumda gerçekleştirilecek reformun pozitif bilimle gerçekleşeceğini düşünüyordu.

Ona göre, toplumu endüstri alanında çalışanla­rın yönetmesi, yoksulları yoksulluklarından kurtaracak, bilimle, akla uygun olarak düzenlenecek üretim, bütün çalışanları her bakımdan yükseltecekti ve herkes çalıştığı, görevini yerine getirdiği ölçüde, üre­timden payına düşeni alacaktı.

Ekonomik ve siyasi yönetimin başında teknokratların bulunmasına karşılık, inanç ve eğitim gibi işlerin başında da bilim ve sanat insanları bulunmalıydı Simon’a göre…

Saint- Simon, çıkardığı “Politika” adlı dergide bu konularla ilgili sert çıkışlar yapıyordu. Bonapartcı yeni toprak sahipleriyle eski rejimin derebeylerini “Eşekarıları” olarak tanımlıyor, çalışıp üretenlere ise “Bal arıları” adını veriyordu.

Ona göre her iki aylak sınıf (toprak sahipleri ve derebeyleri) bal arılarıyla  (üretenlerle) ahlaksızca savaşmaktaydı.

Dergide bir taşlama kaleme almıştı. Şöyle diyordu;

“Tutalım ki Fransa bir anda en büyük elli fizikçisini, elli kimyacısını, elli fizyolojistini, elli mühendisini, elli şairini, elli fabrikatörünü, … Kaybetti. Ne olur? Bu üç bin üreticinin kaybı Fransa’yı cansız bir bedene çevirir. Şimdi de hükümdarın bey kardeşini, tüm kral ailesini, saray nazırlarını, mabeyincileri, sandalyeli, sandalyesiz bakanları, müsteşarların hepsini, din adamlarını, en zenginlerinden on bin toprak ağasını… Yani kibar bir hayat süren on bin kodamanı kaybettik diyelim. Üzülürdük şüphesiz ama iyi kalpli olduğumuz için üzülürdük. Fransa’nın yaşayışında ne değişirdi? Hiç. Boşalan yerleri yüzbinlerce insan hemen doldurabilirdi. Demek bizi eşekarıları yönetiyor…”

***

Sakallı Mustafa düşündü, taşındı. Biraz daha düşündü. Parmaklarıyla aksakallarını sıvazladı.

“Diyelim ki,” diye söze başladı.

“Elazığ bir anda cerrahlarını, mühendislerini, sanayicilerini, çiftçisini,  fırıncısını, çöpçüsünü, itfaiyecisini, işçisini, … Kaybetti. Ne olur?” diye sordu ve kendisi cevapladı; “Elazığ cansız bir bedene dönüşür. Bir de diyelim ki, siyasetçilerini, siyasetçilerin diyezesi çocuklarını, bürokratlarını, bürokratların bibisi çocuklarını, komisyoncularını, emlakçılarını, emlakçılık yapan din adamlarını, muhtarlarını, stk’ların değerli temsilcilerini (nokta nokta)  kaybettik. Üzülürdük şüphesiz ama iyi kalpli olduğumuz için üzülürdük.  Elazığ’ın yaşayışında ne değişirdi? Hiç…”

Demek ki bizleri de kimler yönetiyor?

***

Bütün sokaklarını süsledin bu şehrin

Bütün duvarlara adın yazıldı

Gelişin suskun olmuştu ama…