Merhabalar, yeni bir haftaya başlıyoruz. Mutlu ve huzurlu bir hafta olmasını diliyorum. Sıkıntılı bir dönemden geçtiğimiz bu günlerde iyi dilek temennileri, duygu dolu konuşmalar, algı oluşturma amaçlı söylemler ne kadar yavan duruyor değil mi?

Enkazın altında kalan kızının telefondan gönderdiği mesajlarını dinleyen babanın acısı, molozlar arasından çıkarılan cansız bedenler, her an yaşadığımız deprem korkusu bir turnusol kâğıdı gibi samimi olanla olmayanı ayırt etmemizi sağlıyor. Yaşadıklarımız, her iki mahallenin binlerce trolünün, şehri yerle bir olmuşken ciddi bir kaybımız yok diyen valinin, henüz deprem bölgesine ulaşmadan sosyal medyaya gözdağı veren bakanın, karakter sahibi bir haber sunucusu karşısında bir anda yok olabildiğini çok net olarak bizlere gösterdi. Karakterli insanlara ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu bir kez daha anlamış olduk. Siyasi görüşünü insanlığının önüne alan, vicdanını, adalet duygusunu çok ucuza satan iki ayaklıların ne kadar çukurlaşabileceğini de gözlemledik.

Kaptığı torpilli taşeron kadrosu için çanak yalayanlar ile enkazları yağmalayanların aynı hamurdan olduğunu anlamak için sadece sosyal medya hesaplarına bakmanız yeterli. Her ikisinin de paylaşımlarında vatan, millet, dürüstlük, adamlık ve daha neler neler. Herkes hain, bir çanaklarını yaladıkları efendileri vatansever bir de kendileri. Bu durum pek de yeni sayılmaz. İstiklal mücadelesinin ardından, istiklal madalyalarını ilk alıp, kasım kasım göğüslerinde gururla taşıyanların genelde savaş esnasında evlerinin mereklerinde, ya da ahırlarında saklananlar olduğu bilinen tarihsel gerçeklik.

Bayrağımızın, Elazığ depreminin ilk günlerinde yapılan çalışmalara odaklanması gerekirken, bakana ‘’algı çok iyi sayın bakanım ‘’ diyen valinin değil, Maraş depreminin ilk saatlerinde reklamsız, sessiz sedasız arama kurtarma çalışmalarına katılan hiçbir derneğe, vakfa bağlılığı olmayan gönüllülerin omuzunda dalgalanacağını anlamış olduk.

Depremin üzerinden henüz kırk gün geçmişken yardım kampanyaları yerini seçim kampanyalarına bıraktı. Malumunuz aday adaylığı süreci tam gaz devam ediyor. Eski bakanlarımızdan birinin söylediği gibi at izinin it izine karıştığı bir dönemi yaşıyoruz. Milletine hizmet için aday adayı olanlar ile öpmeden yalanmaz diyenlerin aynı zeminde yarıştıklarına şahit oluyoruz. Deneyimlerini, kazanımlarını temsil ettiği insanların faydasına kullanmak isteyen azınlık maalesef önce el etek öpeyim sonra bal tutar ve parmağımı yalarım derdinde olanlarla yarışmaya mahkûm edilmiş durumda

Aday adaylığını açıklayanların kullandığı dil, eğer seçilirlerse yapacakları vekilliğe dair ciddi ipuçları veriyor. Henüz aday adayı iken vatandaşın yaşadığı hiçbir sorunu konuşamayan, yanlışları bırakın dile getirmeyi ima dahi edemeyen, sürekli bahanelere sığınan bir aday adayından mucize beklemeyin. Vekil olursa her türlü yanlışı savunan, partisinin yetkili organlarında yer alan partili büyüklerine saygıda kusur etmeyen bir vekil olacağından emin olabilirsiniz. Onlar liderlerine hürmet edecek biz de onlara. Ne kadar hürmet o kadar yalanacak parmak…

Aslında seçime gitmiyoruz. Atanmış ve sıralanmış isimler arasında tercihimizi yapmak için oy kullanacağız. Son derece demokratik olan siyasi partiler yasamız ve seçim kanunumuz çok şükür bize bu imkânı veriyor.  O listeye girmek için verilen tavizler, öpülen eller, harcanan paralar, edilen yeminler sonrasında seçilenlerin bizim vekilimiz olduklarını sanmak ve öyleymiş gibi yapmak ise Yeşilçam filmlerindeki fakir erkeğin, zengin kızla evleneceğini umması kadar dramatik ve hüzünlü.

Etik değerler ve evrensel doğrular bakımından değerlendirildiğinde yazdıklarımızın bir değeri olabilir fakat hayatın gerçekleri sıralamasında hiçbir önemi olmayan cümleler. Gerçek olan koyu renkli takım elbise, kırmızı ya da mavi kravat, ağdalı sözler ve kalın bir dil.

Sağlıcakla kalın…